27 Nisan 2009 Pazartesi

Siirt'te cezaevinde isyan

SİİRT E Tipi Kapalı Cezaevi'nde “hırsızlık” suçundan tutuklu ve hükümlü bulunan bir grup, henüz belirlemeyen nedenle isyan çıkardı. Mahkumlardan 5-6'sının cezaevinin çatısına çıkarak ateşe verdiği görüldü.
Cezaevi çevresinde çok sıkı güvenlik önlemleri alınırken, cezaevi içine çok sayıda itfaiye aracı ile ambulans gönderildi. Bölgeye takviye güvenlik ekipleri gönderildi. Cezaevinden patlama sesleri duyuldu. Mahkumların ‘Baskılar bizi yıldıramaz, Tecrite son, işkenceye son’ ve “Demokrasi istiyoruz, baskı istemiyoruz” sloganları attıkları duyuldu.

Ayda 5.000$ Kazanmak İstermisiniz?

22 Nisan 2009 Çarşamba

Kopya insana adım adım

10 yaşında trafik kazasında ölen bir kız çocuğunun embriyonu yeniden ana rahminde
Amerikalı bir yapay döllenme uzmanı, bir insanı kopyalanabileceğini ve kopyaladığı 14 insan embriyonundan 11’ini, 4 kadının rahimlerine yerleştirdiğini söyledi. Güney Kıbrıs asıllı Amerikalı doğum uzmanı Panayiotis Zavos’un kopyalama işlemini kayda alan bağımsız belgesel film yapımcısı Peter Williams, İngiliz Independent gazetesine, kopyalamanın gerçekleştiği ve kadınların rahimlerine kopyalanmış insan embriyonu yerleştirildiği açıklamasını yaptı. Zavos’un, İngiltere’de suç teşkil eden ve birçok ülkede yasa dışı olan bu işi, muhtemelen kopyalamayla ilgili herhangi bir yasağın bulunmadığı Orta Doğu’da gizli bir laboratuvarda yaptığı belirtildi. Kentucky ve Güney Kıbrıs’ta doğum klinikleri bulunan Zavos’un, rahimlerine kopyalanmış insan embriyonu yerleştirdiği, İngiltere, ABD ve Orta Doğu’daki bir ülkeden gelen kadınlardan üçünün evli, birinin bekar olduğu kaydedildi. Doktor Zavos, Independent ile yaptığı söyleşide, 4 girişimin hiçbirinin hamilelikle sonuçlanmadığını belirterek, bunun, ebeveynin deri hücrelerinden kopyalanmış bebek üretme yönünde süregelen ciddi girişimlerinin "ilk bölümü" olduğunu söyledi. Zavos, "Bu yapan ben olmayabilirim, ama kopyalanmış çocuk yolda. Hiç şüphesiz bu olacak" dedi.
ÖLEN 3 KİŞİDEN EMBRİYON
Zavos ayrıca, 10 yaşında trafik kazasında yaşamını yitiren Cady adlı bir kız çocuğu dahil olmak üzere, ölmüş 3 kişiden kopyalanmış embriyonlar ürettiğini, bunu, yaslı ailelerin, sevdikleri kişilerin biyolojik kopyalarını yaratıp yaratamayacağını sormaları üzerine yaptığını açıkladı. Bu kişilerin cesetlerinden aldığı dondurulmuş kan hücrelerini, insan yumurtası değil, genetik materyalinden arındırılmış inek yumurtalarıyla kaynaştırdığını söyleyen Zavos, Cady’den alınan kan hücrelerinin gelecekte dondurulmuş hibrid embriyondan ayrıştırılarak, çekirdeği çıkarılmış boş bir insan yumurtasıyla kaynaştırılabileceğini, bu çifte kopyalamanın, Cady’nin kopyasının yaratılması için rahme yerleştirilebilecek insan embriyonu üretebileceğini kaydetti. Doktor Zavos, bir-iki yıl içinde kopya bebeğe sahip olma yönündeki çabaları artıracaklarını ifade ederek, bu bağlamda bir sonraki bölümde tedaviye ihtiyaç duyan daha genç 10 çiftle çalışacaklarını söyledi. Belgesel filmini Discovery Channel için çeken, 2003 yılından bu yana kopyalama girişimlerini kayda alan Peter Williams, Panayiotis Zavos’un çalışma arkadaşı olan Karl Illmensee tarafından gizli bir laboratuvarda yapılan kopyalama işlemi sırasında orada bulunduğunu belirtti. Bazı bilim adamları, güvenli olmadığından, kopyalanan hayvanlar, normalden daha fazla ciddi gelişim sorunlarına sahip olabileceğinden ve gebelikler sıklıkla düşükle sonuçlandığından, kopyalamanın, insanlar üzerinde denenmesinin çok tehlikeli olduğuna inanıyor.
Ayda 5.000$ Kazanmak İstermisiniz?

21 Nisan 2009 Salı

AKP'li Başkan'dan "fahişe" azarı

Manavgat’a bağlı Side’nin AKP’li Belediye Başkanı Abdülkadir Uçar, Norveçli kadın turistin "Sokakta yürüyemiyoruz. Hele bayansa iş daha zor, yumuşak davransak tepemize biniyorlar. Sert davransak tekme atıyorlar" şikâyeti üzerine esnafa yönelik "Sokakta yürüyen her bayan turiste fahişe diye mi bakıyoruz, böyle bir kepazelik olmaz, herkes haddini bilsin" diye konuştu.
Side Belediye Başkanı AKP’li Abdülkadir Uçar, esnafla bir araya geldi. Side’de tatilini geçiren Norveçli Bo Lage Eriksson, toplantının son bölümünde söz alarak Side’de karşılaştığı olayları İngilizce anlattı. Bo Lage Eriksson’un konuşmasını esnafa Side Belediye Başkanı Abdülkadir Uçar tercüme etti. Bo Lage Eriksson, esnafın hareketlerinden şikâyet ederek, "Sokakta yürüyemiyoruz. Hele bayansa iş daha zor, yumuşak davransak tepemize biniyorlar. Sert davransak tekme atıyorlar" demesi üzerine sinirlenen Başkan Uçar, Side’ye tatil için gelen kimsenin alış veriş yapmaya zorlanmasına ve rahatsız edilmesine izin vermeyeceklerini belirterek, "Bir turist gelip şikâyet merkezimize öyle bir dilekçe yazdığı an o dükkân gitti, hiç kimse kusura bakmasın. Görüntüymüş, şuymuş buymuş hiç gerek yok. Turistin tutanakla tuttuğu yazı ya da jandarmaya giderek taciz edildiğine dair şikâyeti bizim için önemli" diye konuştu. Uçar, şunları kaydetti:

"Sokakta yürüyen her bayan turiste fahişe diye mi bakıyoruz, böyle bir kepazelik olmaz, herkes haddini bilsin. Böyle bir terbiyesizlik var mı? Bizim yok mu kardeşimiz eşimiz, biri laf atsa çeker kafasından vururuz değil mi. Ama onlara müstahak, yok böyle bir dava. Bu kepazelik, rezillik, terbiyesizliktir. Bende esnafım, benimde müşterilerim gelip anlatıyor bunları ama yakaladığımız yerde sizlerde yapacağımız uygulamaları göreceksiniz. Arkadaşlar gerekli hazırlıkları tamamlayıp bitirecek sonra bu çark dönmeye başlayacak."

Turisti kaçıran esnafa hiç bir şekilde izin vermeyeceklerini söyleyen Uçar, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Böyle çalışmak isteyen varsa Side’de, unutsun. Üstünden inmeyiz, kimse böyle çalışamaz, biz varken çalışamaz. Alsın aklını başına toplasın. Ben herkesin iyi niyetine güveniyorum, sizlerin iyi niyetini biliyorum ama bazen çaresiz kalıyor insanlar, bu başıboşluğun bu anarşinin ortadan kalkması lazım, böyle kepazelik olmaz. Bu şartlarda gelip burada çalışacaksın, turistin anasını ağlatacaksın, buna hakkınız yok, gidin başka yerde yapın. Biz burada izin vermeyeceğimizi de söyledik. Onun için buraya gelen vatandaş, buraya gelen turisti mutlu gelip mutlu göndermek mecburiyetimiz var. Bir daha gelebilmesi için, rahat alışveriş yapabilmesi için, komşularına arkadaşlarına tekrar Side’ye gelmeleri konusunda tavsiye edebilmeleri için bir kere onların mutlu olması lazım. Bu mutsuzluk zamanla birikiyor çığ gibi üzerimize geliyor. Ne oluyor bunun neticesi, işsizlik oluyor, para kazanamıyoruz, iş yapamıyoruz, mahvolduk, yandık bittik kül olduk."

Ayda 5.000$ Kazanmak İstermisiniz?

20 Nisan 2009 Pazartesi

Rus ruleti kanlı bitti

Şişli'de, ''Rus ruleti oynarken kendini vurduğu'' iddia edilen genç, ağır yaralandı. ..
Şişli'de, ''Rus ruleti oynarken kendini vurduğu'' iddia edilen genç, başına isabet eden kurşunla ağır yaralandı.İddiaya göre, Mecidiyeköy Selahattin Pınar Caddesi'ndeki babasına ait lokantaya gece saatlerinde gelen üniversite öğrencisi Erdem A. (21), iş yerinin mutfağında yemek masası hazırlattı.Biri bayan 2 arkadaşıyla yemek yediği sırada çıkardığı tabancaya bir mermi yerleştiren genç, arkadaşlarına, ''Rus ruleti'' olarak bilinen oyunu oynayacağını söyledi.Tabancayı başına dayayan Erdem A, tetiğe bastı. Silahın ateş alması sonucu başından yaralanan genç, ambulansla Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne kaldırıldı.Daha sonra Şişli Florence Nighthingale Hastanesi'ne sevk edilen Erdem A.'nın yoğun bakım servisindeki tedavisi sürüyor.

Ayda 5.000$ Kazanmak İstermisiniz?

17 Nisan 2009 Cuma

Çin'i ayağa kaldıran reklam

Bir Alman reklam şirketinin prezervatif reklamı Çin'de büyük tepkilere yol açtı.
Bir Alman şirketinin hazırladığı prezervatif reklamında Mao'nun spermatozoid olarak resmedilmesi Çinlileri kızdırdı.Grey Worldwide şirketince bir ecza firması için hazırlanan reklam afişinde, Mao'nun Bin Ladin ve Hitler ile birlikte yer alması, Çinliler tarafından "Asya'nın dev liderine hakaret" olarak nitelendirildi.Afişte bir grup spermatazoid bulunuyor. Bunlardan birinin saç kesimiyle Mao, bir diğerinin badem bıyığıyla Hitler, birinin de sakalıyla Bin Ladin'i karikatürize ettiği görülüyor.Çin Komünist Partisi'nin yayın organı Halkın Günlüğü, internet sitesinde konuya tam sayfa ayırdı. Siteye yorum yazanların çoğu, reklamı aşağılayıcı bulduğunu belirtti.Global Times gazetesi de reklamın kırıcı olduğu yorumunu yaptı ve reklamı hazırlayan şirketin, Frankfurt'taki Çin konsolosluğuna özür mektubu gönderdiğini yazdı.Fransız otomobil firması Citroen, geçen sene İspanya'da yayımlanan reklam afişinde şaşı Mao kullanılınca özür dilemiş ve afişi kaldırmıştı.

Ayda 5.000$ Kazanmak İstermisiniz?

Prof. Dr. Haberal rahatsızlandı

“Ergenekon” soruşturması kapsamında tutuklanarak Metris Cezaevi'ne konulan Başkent Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Haberal rahatsızlanarak Haseki Hastanesi'ne sevkedildi.
“Ergenekon” soruşturması kapsamında gözaltına alınarak mahkemeye sevk edilen aralarında Başkent Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Haberal ile Cumhuriyet Gazetesi yazarı Prof. Dr. Erol Manisalı'nın bulunduğu 8 kişi bu sabah saatlerinde tutuklandı. Mahkemenin tutuklanma kararının ardından rahatsızlanan Prof. Dr. Haberal, adliyeye çağlılan ambulans ile hastaneye götürülmeyi kabul etmemiş ve polis aracı Metris Cezaevi'ne götürülmüştü. Cezaevinde rahatsızlanan Haberal, hastaneye kaldırıldı.
8 KİŞİ TUTUKLANDI
Prof. Haberal ile birlikte 7 kişi daha tutuklandı.

İŞTE TUTUKLANANLARIN İSİMLERİ:

Başkent Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Haberal

19 Mayıs Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ferit Bernay

Eski Uludağ Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Yurtkuran

Eski İnönü Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu

Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayşe Yüksel

Emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Erol Manisalı,

Hamdi Gökhan Ecevit

Ömer Sadun Okyıltırık

Serbest kaldı
68'liler Vakfı Genel Sekreteri Namık Kemal Boya ise serbest bırakıldı.

Ayda 5.000$ Kazanmak İstermisiniz?

16 Nisan 2009 Perşembe

Beşiktaş Hakkı Yeten'i andı

Beşiktaş Kulübü'ne futbolcu, teknik direktör ve başkan olarak hizmet veren, camianın efsane isimlerinden Hakkı Yeten, ölümünün 20. yılında mezarı başında anıldı.Zincirlikuyu Mezarlığı'nda, Yeten'in kabri başında gerçekleştirilen anma törenine onursal başkan Süleyman Seba'nın yanı sıra kulüp yöneticileri Şeref Yalçın ile Nedim Sarsmaz, Beşiktaş Kulübü Divan Kurulu Başkanı Yalçın Karadeniz, Yeten'in yakınları ve divan kurulu üyeleri katıldı.Törenin ardından basın mensuplarına kısa bir açıklama yapan Süleyman Seba, Hakkı Yeten'in bulunmaz bir insan olduğunu belirterek, ''O uyudukça Allah Beşiktaş'a uzun ömürler versin'' dedi.Beşiktaş Kulübü yöneticisi Nedim Sarsmaz ise Hakkı Yeten'in Beşiktaş'ın sembolü olmuş büyüklerden biri olduğunu ifade ederek, ''O kadar saygınlık kazanmıştı ki, rakipler, hakemler kendisini saygıyla ayakta karşılardı'' diye konuştu.

Ayda 5.000$ Kazanmak İstermisiniz?

Birgün: Ecevit'e darbe yaptılar

Bülent Ecevit'in ölümüne kadar en yakınındaki isim olan DSP İzmir Milletvekili Recai Birgün: 2001'in başlarında Ecevit'e suikast duyumu aldık. Tedirgin olduk. Ecevit'i 24 saat sakladık. 1999-2002 arasında olanlar araştırılmalı..
Başkent Üniversitesi'nin kurucusu ve Rektörü Mehmet Haberal'ın da gözaltına alındığı son dalga Ergenekon operasyonu, eski başbakanlardan merhum Bülent Ecevit'in 2002 yılında "sivil bir darbe ile iktidardan uzaklaştırıldığı" iddialarını yeniden gündeme getirdi. Ecevit'in ölümüne kadar en yakınındaki isim olan ve 'Ecevitlerin manevi oğlu" diye bilinen DSP İzmir Milletvekili Recai Birgün, çok tartışılacak bir sırrı açıkladı. Bir dönem Ecevit'in korumu müdürü olarak çalışan Birgün, "2001'in başlarında Ecevit'e suikast duyumu aldık. Tedirgin olduk. Ecevit'i 24 saat sakladık. 57. Hükümet zamanında Ecevit'in başına gelenlere, bilerek veya bilmeyerek katkı sağlayanlardan hesap sorulmalı" dedi. Ergenekon davası savcısı Zekeriya Öz ile dün yapacağı görüşme son anda ertelenen ve havaalanından geri dönen DSP İzmir Milletvekili Recai Birgün SABAH'a şu çarpıcı açıklamalarda bulundu:SAVCIYA ANLATACAĞIM: Savcının ne soracağını bilmiyorum. Sadece Haberal ile ilgili değil, emekli emniyet müdürü olduğum için başka konularda da bilgime başvurabilirler. Ancak, rahmetli Ecevit'in tedavisi için gittiği hastanede kötüleştiği, kemik yapısını bozan ilaçların verildiği iddiaları var. Savcıya gördüklerimi bildiklerimi yaşadıklarımı anlatacağım. Asla doktorları suçlamak amacında değilim. Ben bir durum tespiti yapıyorum. Bence son gözaltılar 2002'den sonrası ile ilgili. Ancak 1999-2002 arasında yapılanlar da mercek altına alınmalı.ECEVİT'E DARBE YAPILDI: 57 hükümet döneminde Ecevit'i siyasetten uzaklaştırma operasyonları yapıldı. DSP ikiye bölünmüş, iktidar devrilmiştir. Darbe yapıldığını 2002'den bu yana iddia ediyorum.ECEVİT'İ 24 SAAT SAKLADIK: 2001'in başında bizi epey korkutan, kuvvetli bir duyum aldık. Bize ulaşan bilgiye göre suikastı planlayanlar Ecevit'in Cumhurbaşkanlığı'nda bir resepsiyona gideceğini biliyorlardı. Halbuki bu resepsiyon programı önceden belirlenmiş bir program değildi. Doğrusu bu bizi ürküttü. Tüm basının gözü önünde Başbakanı kaçırdık. Gazeteciler Ecevit'in içinde olmadığı bir aracı takip ettiler. Ecevit'i 24 saat sakladık. Mihrakla ilgili bilgi edinemedik.HASTANEDE OLANLAR: Ben değil, kamuoyu 'Ecevit hastaneye gitti sonra günden güne kötüleşti' diyor. Biz evde 3 ay nekahat dönemi geçirdik. Hastaneye kati raporu için gideceğimizde eğer gidersek 'İş görmez' raporu alacağımız yönünde bilgiler, duyumlar geldi. Kendisini siyasetten uzaklaştırma operasyonunda bilerek ya da bilmeyerek çok kişi katkıda bulundu. Bunlardan hesap sorulmalı.BAŞBAKAN MI HASTA MI: Haberal ve ekibi Ecevit'in Başbakan olduğunu unuttular ve sadece hasta olarak baktılar. Uzun süre evde kalması gerektiğini değerlendirdiler. Oysa biz, Ecevit'in başbakan olduğunu ve toplantılara katılması gerektiğini söylediğimizde önce 'Tamam katılabilir' diyorlardı ancak sonra 'Katılırsa ölebilir felç olabilir' açıklamaları yapıldı. Şüphelerimiz arttı.TEDAVİ KESİLİNCE DÜZELDİ: Beyefendinin tedavi kesilince iyileştiğini gözlemledim. Herkes diyor ki 'Ecevit birden hastalandı, birden düzeldi nasıl oldu bu?" Biz de bunun cevabını arıyoruz.HABERAL BANA DAVA AÇTI: Doğrudan Haberal ile ilgili bir iddiam söz konusu olamaz. Ancak mahkemeliğiz. Haberal ve ekibi bana 365 milyar liralık dava açtı. Mahkeme reddetti. Dosya şimdi Yargıtay aşamasında. Ecevit'in uzaklaştırılması operasyonuna bilerek ya da bilmeyerek doktorlar da katkıda bulundu. Ecevit'in artık başbakanlık yapamayacağı gibi imaj oluşturdular. Haberal ile 2003 yılından bu yana görüşmüyorum.BAS BAS BAĞIRDIM: Bazı şeylerin belgesi olmaz. Biz bazıları 'bilerek ya da bilmeyerek Ecevit'i tasfiye sürecine dahil oldu' diyoruz. Ben bas bas bağırıyorum, bu süreçle bir savcı ilgilensin diyorum. Savcıya bildiklerimi anlatacağım ve soracağı her soruya memnuniyetle cevap vereceğim.

Ayda 5.000$ Kazanmak İstermisiniz?

15 Nisan 2009 Çarşamba

Kredi kartında akıl almaz yöntemler


Büyük rakamlara ulaşan kredi kartı borçlarını azaltmak ya da tamamen kurtulmak için birbirinden farklı yöntemlere başvuruluyor. Bazı mağazalar önce taksitle bir ürünü satıyor daha sonra yüzde 50'ye varan düşüşle geri alıp tüketiciye peşin para veriyor.Son aylarda kamuoyunun gündeminden hiç düşmeyen kredi kartı borçları, yüz binlerce kişiyi kara kara düşündürüyor. Tüketiciler, birkaç ay ödeyememeleri durumunda faiziyle birlikte tahmin bile edemedikleri rakamlara ulaşan kredi kartı borçlarından kurtulmak için kendilerince ya da bu durumdan kazanç sağlamaya çalışanlar tarafından geliştirilen yöntemlere yöneliyor.Bazı firmalar, 32 milyar liraya ulaştığı belirtilen kredi kartı borçlarından para kazanmak, bu durumu lehlerine çevirmek için tüketicilere ulaşmaya çalışıyor. Firmalar, gazetelere reklam vererek, internet sitesi kurarak ya da mail göndererek binlerce kişiye ulaşıyor.Kredi kartı borcunun ödenmesi konusunda ilk sırada altın alım-satımı geliyor. Bir altın ve finans firması, “ticaret hukukuna uygun” olarak nitelendirdiği yöntemlerle tüketiciye nakit avans sağlıyor. Firma, örneğin kredi kartına bin liraya altın satıyor. Bin lirayı kredi kartına 12 ay taksitlendiriyor. Ardından yüzde 25 düşük fiyata 750 liraya hemen geri alıyor. Tüketici, böylece nakit paraya ulaşmış oluyor. Tüketici, yüzde 25 faiz ödediğini sanıyor, ancak faiz yüzde 33'ü buluyor.RANDEVULU KREDİ KARTI BORCU ÖDEMEBaşka bir firma da benzer şekilde para sağlıyor, ancak bunu randevulu sistemle yapıyor. Firma, altın ve pırlanta alım-satımı yaparak tüketiciye nakit para veriyor. Tüketici, taksitle pırlanta alıp peşin satarak hedeflediği paraya ulaşabiliyor. Firma bu işlemleri faizsiz yaptığını iddia ediyor.Bursa'da bir spot mağazası da yerel gazetelere verdiği ilanla ulaştığı tüketicilere nakit para sağlıyor. Mağaza, kutusu açılmamış buzdolabı, çamaşır ve bulaşık makinesi, televizyon, doğal gaz sobalarını yüzde 50'ye varan değer kaybı ile peşin alıyor.Tüketiciler Birliği Genel Başkanı Nazım Kaya, Türkiye'de kredi kartı borcunun toplamda 32 milyar lira olduğunu, 15 milyar lirasını ödenemeyen borcun oluşturduğunu söyledi.Kaya, 1 milyon 660 bin kişinin kredi kartı borcunu ödeyemediği için kara listeye alındığına değinerek, aslında bu rakamın 2 milyon 300 bin kişi olduğunu düşündüklerini, çünkü bankaların borç bildirimini geç yaptığını ileri sürdü.“YASAL OLMAYAN SEKTÖR OLUŞTU”Kredi kartı borçlarının bu noktaya ulaştığı bir ülkede tüketicilerin kendilerine göre ödeme yöntemleri geliştirdiğini dile getiren Kaya, şöyle konuştu:“Tüketiciler borcunu ödemeye çalışıyor, bazıları bu durumdan servet kazanıyor. Altın, pırlanta ve beyaz eşya alım satımı yapılabiliyor. Tüketici, cep telefonu ve kontörü satan yerlerden belirli komisyonla para alıyor. Ürün alıyormuş gibi kredi kartına 12 ay taksit yaptırıp karşılığında yüzde 30 civarında komisyon ödeyerek nakit para alıyor. Tanıdıkları esnafa gidip kredi kartına borçlanıp belli miktar para sağlıyorlar. Düşünün, firma randevu ile çalışıyor. Bunun iki nedeni olabilir. Gerçekten ciddi taleple karşı karşıyalar ve nakit para için zaman istiyorlar. Ya da yasal olmayan iş yaptıkları için önceden önlem alarak iş yapıyorlar. Kredi kartı borcu ödenmesi konusunda yasal olmayan bir sektör oluştu. Bazı vatandaşlar da ay sonundaki borcunun ödenmesi gereken tutarını kredi kartından çekerek ödüyor. Borçla borcu kapatmaya çalışıyorlar.”Kaya, bazı tüketicilerin evine gelecek haczi önlemek için işten ayrılmayı tercih ettiğini belirterek, şunları kaydetti:“İşten çıkarak tazminat alıyorlar ve borçlarını ödüyorlar. Bu da başka bir yöntem. Bazıları kredi çekiyor. Şu anda bankalar kredi kartı borçlarını aylık yüzde 2,5 faizle taksitlendiriyor. Oldukça yüksek bir faiz oranı. Bu konuda hükümetin olumlu adım atacağını umuyoruz. Yıllık yüzde 18 faizle taksitlendirme imkanı var. Tüketicilerin biraz daha sabretmelerini istiyoruz. Borç için değişik yöntemlere başvurmaya gerek kalmayacak.”

Ayda 5.000$ Kazanmak İstermisiniz?

Öğrenciden bakan zor soru

Mehmet Ali Şahin, Ergenekon ile yaptığı açıklamanın ardından bir üniversite öğrencisinin sorularına muhatap oldu. Serdar Sarmusak isimli öğrenci, zor sorularına aldığı cevaplardan memnun olmadı. İşte o diyalog:
ÖĞRENCİ: Ergenekon’da önce askerler şimdi de öğretim üyeleri gözaltına alınıyor. Biz bu ülkede askerlere ve eğitimcilere güvenemeyeceksek kime güveneceğiz? Onlara şu an vatan haini gözüyle gözüküyor?
BAKAN ŞAHİN: Yargı organlarımız bir takım iddialara bağlı olarak işlemler yapıyorlar. Her kurumun içerisinde zaman zaman hatalı davrananlar olabilir. Ama bir kişinin hatalı davranması o kurumu kapsamaz. Silahlı kuvvetlerimiz bizim milletimizin göz bebeğidir. Milletimizin bir parçasıdır.
ÖĞRENCİ: Ben 20 yaşında bir Türk genciyim. Askerler ve eğitimciler vatan haini diye gösteriliyor?
BAKAN ŞAHİN: Yargılama bitmemiştir. Yargılama biter ona göre konuşuruz.
ÖĞRENCİ: Deniz Feneri Davası’nda basın yasağı geldi. Ergenekon’da neden gelmedi?
BAKAN ŞAHİN: Onun kararını savcılarımız hakimlerimiz veriyor.
Serdar Sarmusak daha sonra gazetecilere şu açıklamayı yaptı:
"Önceden bir hazırlık yapmadım. Benim vicdanım bu soruyu sormak istedi ve ben de sordum. Ama kaçamak cevap verdi. Adalet Bakanı olarak yetkim yok dese de mutlaka bir yetkisi vardır.
Ergenekon terör örgütü değildir. Bunu AKP’nin çıkardığı bir şey diye düşünüyorum.
Deniz Feneri davasıyla ilgili bilgi alamadık. Alman makamları asıl suçlular Türkiye’de diyor. Deniz Baykal dosyayı buraya getiriyor. Ama burada ne yapılıyor bilmiyoruz. AKP hükümetinden sonra savcılara güvenmemeye başladım. Ben 20 yaşında bir Türk genci olarak bu ülkenin savcılarına güvenmemeye başladım."

Ayda 5.000$ Kazanmak İstermisiniz?

Bile bile AIDS bulaştırdı

Almanya'nın ünlü pop grubu No Angels'ın solisti Nadja Benaissa, üç erkeğe bilerek HIV virüsü bulaştırmaktan gözaltına alındı.

26 yaşındaki ünlü şarkıcı Nadja Benaissa geçen hafta sonu polis tarafından gözaltına alındı. No Angels'ın solistinin neden gözaltına alındığı ise bugün belli oldu.
Nadja Benaissa, HIV virüsü taşımasına rağmen 2004 ile 2006 yılları arasında üç erkekle korunma önlemi almadan cinsel ilişkiye girmekten suçlanıyor. Nadja'nın başkasının sağlığına zarar vermekten savcılıkta ifadesi alındı.
Alman savcılığından yapılan açıklamada ünlü şarkıcıyla kondom kullanmadan cinsel ilişkiye giren erkeklerden en az birine HIv virüsünün buluştığı belirtildi.
No Angels adlı pop grubunun diğer üyelerinin Nadja Benaissa'nın AIDS hastası olmasından haberleri olup olmadığı da savcılık tarafından araştırılıyor.
DÜNYADAN KISA KISA...
DEVLET BAŞKANI AÇLIK GREVİYLE İSTEDİĞİNİ ALDI Bolivya'da Kongre'nin muhalefetin engellediği seçim yasasını onayladığı bildirildi. Hükümet kaynakları, Kongre'nin bu kararının ardından Devlet Başkanı Evo Morales'in yasanın onaylanmasının engellenmesi nedeniyle başlattığı açlık grevine son verdiğini duyurdu.
TERFİ SAĞLIK İÇİN TEHLİKELİİngiliz araştırmacılar, iş yerinde terfinin akıl sağlığına iyi gelmediğini öne sürdü. Daily Mail gazetesinin haberine göre, birçok çalışan için iş yerinde kariyer merdivenini adım adım tırmanmak bir hedef olsa da, bu hedefe ulaşmanın çalışanın akıl sağlığı üzerinde zararının görülebildiğini belirten araştırmacılar, terfinin kişide stres seviyesini yüzde 10 oranında artırdığını belirledi.
SVAT VADİSİNDE ŞERİAT YASASI ONAYLANDIPakistan Devlet Başkanı Asıf Ali Zerdari, ülkenin kuzeybatısındaki Svat Vadisi'nde şeriat kurallarının uygulanmasını sağlayacak yasayı onayladı. Zerdari'nin sözcüsü Farahnaz İspahani, Devlet Başkanının, Ulusal Mecliste oy birliğiyle kabul edilen yasayı dün gece imzaladığını doğruladı.

Ayda 5.000$ Kazanmak İstermisiniz?

11 Mart 2009 Çarşamba

SÜPER LOTO'DA EN ÇOK KAZANDIRAN NUMARALAR


Sürekli devreden Süper Loto'da bu haftanın en şanslı rakamları serisi:


1) 2, 5, 13, 34, 41, 44


2) 3, 8, 17, 21, 39, 46


3) 9, 16, 23, 31, 49, 51


4) 2, 7, 11 , 27, 33, 37


5) 4, 6, 14, 45, 28, 25
Hayatıınızın fırsatını bu numaralara bağladınız belki ama size bir önerimiz daha var. ILKON'un çok kazandıran Franchise sistemiyle sizde yılda 100.000 TL'nin sahibi olabilirsiniz. Alacağınız eğitimlerle online emlakçılık sistemine adım atın ve komisyonun tamamı sizin olsun.
Geniş bilgi için bize başvurun: 0(212) 328 0 328

9 Mart 2009 Pazartesi

USB BİLEKLİK



USB bellekler artık gençliğin hayatında farklı şekillerde yer alacağa benziyor.Özel olarak üretilen bu USB bellek ilginç ve aynı zamanda kullanımı kolay bir ürün olarak dikkat çekiyor. Bileklik şeklinde tasarlanan USB bellek, 1 GB hafızaya sahip. Su geçirmez ve neme dayanıklı olarak üretilen USB bellek, hafif olmasının yanı sıra tasarımı sayesinde kolay taşınma imkanı da sunuyor.
Özellikleri Hafıza:1 GB Yazma Hızı :8 MB/sn Okuma Hızı :10 MB/sn Çalışma Voltajı : USB portundan Bus gücü Çalışma sıcaklığı : 0 – 60 C Depolama Sıcaklığı Isısı : -20 – 85 C Çalışma&Saklama Nemi : 5 – 95 göreli nem Uzunluk:22 cmA Uyumlu PC Modelleri : U3™: Windows® 2000sp4 ve sonrası veya Windows (R) XP ile Windows® VistaÇıkartılabilir disk olarak: Windows® 2000, Windows® XP veya Windows® Vista

Fiyatı: 15,00 YTL+ KDV
ILKON'un yılda 100000 TL sunan online emlakçılık sistemiyle sizde istediğiniz her yerden çalışarak sevdiklerinizle daha çok vakit geçirin. Unutmayın sevdiklerinize ve kendinize ayırdığınız zaman çok önemli.

4 Mart 2009 Çarşamba

CENEVRE OTOMOBİL FUARI

SIRADIŞI MODELLER



Sizde hayallerinize ulaşmak için çok kazandıran Franchise sistemine, ILKON farkıyla ulaşın. Dilediğiniz her yerden online çalışarak, yılda 100.000 TL kazanabilirsiniz.

26 Şubat 2009 Perşembe

Amsterdam Uçak Faciası Raporu


Amsterdam' da düşen THY uçağını gören, havaalanının yakınlarında bulunan Zwanenburg'da yaşayan Jeroen Jonkers'in anlattıkları:


"Kaza olduğu sırada uçağın düştüğü yere yaklaşık 1 kilometre mesafedeydim ve sabah koşumu yapıyordum. Önce tuhaf bir ses duydum. Bulunduğumuz yer havaalanına yakın olduğundan uçakların seslerine de kulaklarımız aşina. Bu nedenle Türk Hava Yolları uçağının motor sesinin farklı olduğunu kolaylıkla ayırt edebildim. Sesin geldiği yere baktım ve bulunduğum mesafeden uçağın garip manevralar yaptığı gördüm.


Eski bir asker olduğum için bunun bir acil durum olduğunu anladım. Uçağın düştüğü yere koşmaya başladım ve yaklaşık 8-10 dakika sonra olay yerine ulaştım. Ben olay yerine giderken kurtarma ekipleri de yaklaşıyordu.


Ben vardığımda bazı yolcular uçaktan çıkmıştı. Benimle birlikte çevreden gelen yaklaşık 20 kadar kişi yolculara yardım etmeye başladık.


Hemen arkasından olay yerine ambülans, polis, itfaiye ve diğer kurtarma ekipleri gelmeye başladı. Kurtarma çalışmalarının tam operasyonel olmasının kalabalık yaratmamak amacıyla biz olay yerinden ayrıldık.

Şunu vurgulamak istiyorum ki Hollanda halkı olarak bizler kurtulan yolculara yardımcı olmak ve onlara ilkyardımda bulunmak için elimizden gelenin en iyisini yaptılar. TK 1951 sefer sayılı uçağın ekibinin birer kahraman olarak görülmesi gerekiyor. Uçağı o bölgeye indirmek pilotun birkaç saniye içerisinde vermesi gereken hayati bir karardı. Pilot uçağı indirirken acil durumlarda çarpmanın etkisini azaltmak için "hava freni" manevrası yaptı. Bu manevrayla iniş anında uçağın burnunu kaldırarak, hızı azaltmayı amaçlıyordu. Bu hareket, uçaktakilerin kurtulma şansını artırırken, pilotların ve kokpittekilerin ise kurtulma şanslarını düşürüyordu.

Türk pilotlar yalnızca uçaktakileri kurtarmış olmasından dolayı değil, uçağı yoğun trafiğin olduğu A9 karayolundan uzaklaştırıp boş alana indirerek yerdeki can kaybını da önlemesinden dolayı da birer kahramandır.

Olayda hayatını kaybedenlerin yakınlarına başsağlığı, kalanlara ise geçmiş olsun dileklerimi sunuyorum.

THY'de 1973'ten beri 844 ölü

Türk Havayolları uçaklarının 1973 yılından beri yaptığı kazalarda 844 kişi hayatını kaybetti.
En son olarak bir Türk Hava Yolu şirketi Diyarbakır'da iç hat seferi yaparken kaza yaptı. 2003 yılında meydana gelen bu kazada 75 kişi hayatını kaybetmişti.

ILKON'LA YILDA 100.000 TL KAZANMA FIRSATI İÇİN : 0(212) 328 0 328

Kırmızı başlığı tıklayın, yüksek kazanç sağlayacağınız online emlakçılıkla ilgili sitemizi inceleyin.

25 Şubat 2009 Çarşamba

İstanbul ''Modern Sanat''a Koşuyor


SAFKAN YANSIMALAR

İstanbul Modern Sanat Müzesi Fotoğraf Galerisi’nin yeni sergisi "Safkan Yansımalar"da Peter Müller Peter , 12. Yüzyıl’dan bu yana Avrupa saraylarında rastlanan Yeguada de la Cartuja atlarını yepyeni bir yorumla sunuyor. Peter Müller Peter , ünlü Avrupalı ressamların tablolarında da resmedilen bu atın, yine bu ünlü tablolarla birlikte fotoğraflarını çekerek çarpıcı öyküler yaratıyor. Küratörlüğünü Engin Özendes’in üstlendiği sergide, 40 adet fotoğrafla birlikte, çekimlerde her biri birer yerleştirme gibi kurgulanarak kullanılan alanları yansıtan 6 fotoğraf da ışıklı kutularda gösterilecek.

Engin Özendes, Peter Müller Peter’in iki farklı sanat alanını birbiriyle uyumlu ve estetik bir biçimde yoğurarak, yeni yaratılar ve yeni sunumlar getirdiğini belirtiyor:
"Sanatsal gücünü kanıtlamış eserlerin önünde duran, edebiyatın, güzel sanatların en estetik canlısı at, bu olağanüstü arka planlarla yepyeni bir düzenleme içinde gelir önümüze.

Fotoğraf öncelikle bir dildir. Peter Müller Peter’in bu fotoğraflardaki zengin dilini, çağdaş yorumu ile kurgu, oran, ışık, perspektif ve ayrıntılardaki başarısı oluşturmaktadır.

Zamanların, mekânların iç içe geçtiği ve hiçbiri diğerini yadsımayan yepyeni görsellere dönüştüğü bu usta çalışmalar, Safkan Yansımalar’ı gözler önüne sermektedir."
Latin Amerika edebiyatının yaşayan ustalarından ve günümüzün çokyönlü kültür insanlarından Perulu yazar Mario Vargas Llosa, sergi kataloğunda yer alan yazısında, fotoğrafların büyüleyici görüntüleriyle Endülüs Atı’na dikkat çektiğine değiniyor. Llosa, aynı zamanda Müller’in çalışmasının atın insanla aynı düzeyde bütünleşebilen tek hayvan olduğunu gösterdiğini de vurguluyor: "Peter Müller Peter’in ustaca düşünülmüş bu kompozisyonlarda poz vermeye ikna ettiği son derece güzel Endülüs Atları, Rubens’in, Velázquez’in, Goya’nın, Macke’nin ve Carpaccio’nun eserleri arasında, dikkatli ve duyarlı varlıklar gibi rahatlıkla dolaşıyor. Kulaklarını dikmiş, fal taşı gibi açılmış zeki gözlerle tuvallere ve fresklere bakıyor ya da dört dörtlük gözbağı ustaları gibi resimdeki yerlerini alıyorlar. Asla kırıp dökmüyorlar, fotoğrafçının kurduğu oldukça hassas dekorlar ve zarif nesneler arasında gereksiz bir fazlalık değiller. Tam tersine, orada bulunmaları gerektiği, resimlerin tamamlanmak için onları beklediği iddia edilebilir."

Modern Dünya'da sizde kendinize iyi bir yer seçin ve
ILKON'un size sunduğu Online Emlakçılık fırsatını kaçırmayın. Yıllık 100.000 TL kazanç sağlayabileceğiniz bir işiniz olsun istemez misiniz?

Bilgi için : Linklerimizi tıklayın veya 0(212) 328 0 328 numaradan bizi arayın.

23 Şubat 2009 Pazartesi

Bireyi Yok Eden Makine : Televizyon

İnsanın Endüstriyel Ölümü

Kültür endüstrileri, özellikle de televizyon bireyi yok eden makinelerdir. Yüz milyonlarca televizyon seyircisi her gün, aynı saatte, aynı görsel-işitsel tüketim davranışını yineledikleri takdirde, bilinçleri sonunda aynı kimsenin bilinci olmaktadır:Yani hiç kimsenin...

Mustafa MICIK ( LE MONDE diplomatique- Bernard STIEGLER) Son otuz-kırk yıldır, siyasi ve felsefi düşüncelerin büyük bir bölümünü aldatan bir masal dolaşıyor ortalıkta.

1968’den sonra anlatılmaya başlayan bu masal, bizim artık ”boş zaman”, toplumsal yapılarda “serbestlik” ve “esneklik” çağına, kısacası eğlence ve bireyselcilik toplumuna girdiğimize inandırmaya çalışıyor bizi. Sanayi sonrası toplum adıyla kuramsallaştırılan bu masal, özellikle “postmodern” felsefeyi etkileyip zayıflattı. Sanayi çağının çalışan ve tüketen kitlelerinin çağından orta sınıfların çağına geçtiğimizi iddia ederek, sosyal demokratları geniş ölçüde etkileyen, proletaryanın yok olacağı öngörülüyor.

Eldeki rakamlara göre, proletarya önemini korumakla kalmadı, memurlar da büyük ölçüde proleterleştiğinden (kendilerini mesleki bilgi ve inisiyatiflerden yoksun bırakan bir düzenin köleleri olarak) , daha da büyüdü. Orta sınıflar ise yoksullaştı. Boş zamanların – her türlü zorlayıcı unsurdan uzak, “mutlak bir özgürlük” anlamında- artmasından söz etmenin hiçbir gerçekliği yok, çünkü boş zamanların işlevi bireyin zamanını özgürleştirmek değil, şahsiyetini iyice yok ederek onu denetim altına alarak ve yeni bir gönüllü kölelik yaratıyor. Kültür sanayileri ve programlar tarafından üretilen ve örgütlenen bu araçlar denetim toplumunu oluşturur. Bu denetim toplumları, yaşam tarzlarının her parçasını üreten ve “marketing kavramları” (bir bireyin yaşam süresinin -gerçek değeri bireysellikten ve özgünlükten kurtulmuş bir yaşam süresi- ekonomik açıdan hesaplanabilir değerini belirten yaşam süresi değeri kavramı gibi) aracılığıyla yaşamları standartlaştıran servisleri ve kültür kapitalizmini geliştirdi.

Sanayi sonrası denilen toplum, süper sanayi toplumu olarak genel özelliği olan bireyciliğin egemenliği olmaktan öte, genel bir bireysellik kaybı ve davranışların çoğunluğa uygun karakterinin egemenliği şeklinde ortaya çıktı.

Gilbert Simendon’ un ortaya attığı bireyselliğin kaybı kavramı, 19. yüzyılda alet-makine boyunduruğu altındaki işçinin başına gelen durumu açıklıyordu: İşçi yetenek ve becerisini, dolayısıyla bireyselliğini yitirir ve böylece proleter koşullarına indirgenmiş olur. Şimdiyse, arzularının yapay üretimi ve biçimlendirilmesiyle davranışlarında standartlaşmış olan tüketicidir: Davranış bilgisini, yani yaşam olanaklarını yitirir. Bunların yerini, Mallarme’ nin
Son Moda da irdelediği gibi, moda markalara dönüşmüş normlar alır. Marketing aracılığıyla “akla yatkın bir biçimde” desteklenmiş olan bu markalar, ticaretlerin işleyişini yönlendiren ve kontratların bozulabileceği, hatta haklarında dava açılabileceği tehdidiyle, imtiyaz sahiplerinin harfiyen uymak zorunda olduğu kanun kitaplarına benzer.

1930 yılında Freud, sanayi teknolojileriyle donanmış olmasına ve “adeta bir Tanrıya benzemesine rağmen, bugünün insanı kendini mutlu hissetmiyor” diyordu. Süper sanayi toplumu, insanların gerçekten de bu duruma getirerek, onları bireysellikten yoksun bırakarak, varoluş sıkıntısı ve gelişim sıkıntısı çeken insanlardan oluşan bir sürüye çeviriyor. Bu insanlık dışı sürülerin öfkelenme eğilim giderek artacak. Freud 1920’li yıllarda, Kitlelerin Psikolojisi ve Ben’ in Analizi adlı yapıtında, Haz İlkesinin Ötesinde ‘de keşfedilmiş ölüm dürtüsüyle, yeniden sürü durumuna dönmek isteyen bu kitlelerin analizini yapıyordu. On yıl sonra, totalitarizm, nazizm ve antisemitizm Avrupa’ya yayılırken, Uygarlığın Huzursuzluluğu’nda bunu yeniden ele alıyordu.

Freud fotoğraf, gramofon ve telefondan bahsetse de, radyodan ve daha da tuhafı Mussolini ve Stalin, daha sonra Hitler tarafından kullanılan ve Amerikalı bir senatörün 1912’de Trade follows films dediği şu sinemadan söz etmez. Nazilerin Nisan 1935’ten itibaren genel yayın denemesi yaptığı televizyon da aklına gelmiyordu büyük olasılıkla. Aynı dönemde, Walter Benjamin “kitle narsisizmi” dediği şeyi çözümler: Bu medyaların totaliter güçler tarafından denetim altına alınması. Ama öyle görünüyor ki o da, doğmakta olan kültür sanayilerinin demokratik olanlar da dahil, bütün ülkelerdeki işlevsel boyutunu hesaplayamadı. Buna karşılık, Freud’un yeğeni Edward Bernays bunları kuramsallaştırdı. Dayısının libidinal ekonomi dediği şeyin muazzam denetim olanaklarından yararlanır. Ve 1930’a doğru, Philip Morris sigaraları üreticisinin hizmetine sunduğu, bilinçdışı teorilerinden esinlenilmiş ikna teknikleri olan halkla ilişkileri geliştirir. Ama Freud, Amerika’da o sırada neler olup bittiğiyle ilgilenmedi. O, bu konuda sadece ilginç bir açıklamada bulunarak ve kendini şunları söylemek zorunda hissetti: “Lider karakterli bazı şahsiyetler, bir kitlenin oluşumunda üstlerine düşen bu önemli rolü oynamayı (...) başaramadığı zaman, “ kitlesel psikolojik çöküntü” diyebileceğimiz ve özellikle bir toplumun bireylerinin birbirleriyle özdeşleşmesiyle ortaya çıkan özel bir durumun getirdiği tehlikeyi de düşünmek gerekir.” Ve daha sonra şunu ileri sürdü: “ Amerika’nın bugünkü durumu, uygarlığa verilmiş bu korkunç zararı incelemek için büyük bir fırsattır. Amerikan yöntemlerinden yararlanmak istiyormuş gibi görünmek istemeden, Amerikan uygarlığının eleştirisine girişme isteğine karşı koyamıyorum.”

1910’lu yıllarda, Karl Krauss’ la birlikte ortaya çıkan medya eleştirisinin ötesinde, kültür sanayilerinin işleyişinin gerçekten çözümlenebilmesi için, Theodor W. Adorno ve Max Horkheimer’ in “ Amerikan yaşam tarzı”nı ifşa etmesini beklemek gerekti.

Çözümleri yetersiz kalsa da, kültür sanayilerinin, işlevi yaşam biçimlerini kitleselleştirerek tüketim davranışları üretmekten ibaret olan küçük sanayilerle birlikte bir sistem oluşturmaktı. Şu halde, söz konusu olan, ekonomik etkinlikle sürekli yenilenen ve tüketicilerin kendiliğinden ihtiyaç duymadığı ürünlerin piyasaya sürülmesini sağlandı. Bu da, yerleşik bir aşırı üretim ve dolayısıyla da, baş edilmesi tüm sistemin gözden geçirilmesi dışında ancak Adorno ve Horkheimer’ e göre barbarlığın kendisini oluşturan şeyin gelişmesiyle mümkün olabilecek ekonomik kriz tehlikesini doğurur.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, “halkla ilişkiler” teorisinin yerini, barış zamanında oluşan üretim fazlasını (tahminen yüzde 40) tüketmeye yönelik “ devindirici güçler araştırması” aldı. 1955’te, bir reklam ajansı Kuzey Amerika’nın büyüklüğünün nedenleri konusunda şu görüşü dile getirdi: “İhtiyaç ve arzu yaratmak, eski ve demode olan her şeye karşı nefret duygusu yaratmak”: Zevklerin gelişmesi, şu halde nefret ve tiksintinin gelişmesini de gerekli kılar ve bu da sonunda zevkin kendisini etkiler. Her şey, özellikle sanayicilerin Amerikalıları fabrikalarının ürettiği şeyleri satın almaya iterken karşılaştıkları zorlukları aşmak amacıyla, “bilinçaltına” başvurur.

Fransa’da, 19. yüzyıldan itibaren, resmi makamlar yaşam biçimlerini altüst eden sanayi ürünlerinin kabul edilmesini destekliyor ve bu altüst oluşların yol açtığı direnişlerle mücadele ediyordu: Sözgelimi Emile de Girardin tarafından “reklam”ın ve Louis Havas tarafından enformasyonu yaratılması. Ama geçici sanayi nesnelerinin gelişmesi için kültür sanayilerinin (sinema ve plak), özellikle de programların (radyo ve televizyon) ortaya çıkmasını beklemek gerecekti. Bunlar kitlesel davranışlara dönüşmüş bireysel davranışların bir iç denetimine izin verecekti.

Bu durum, süper sanayi dünyasında, tüketicinin zorlanımlı ve taklide dayalı davranışını tüm insan etkinliklerine yayan “boş zaman” etkinliği için de geçerli olup: Her şey tüketilebilir olmalıdır deterjanlar ve çikletler kadar, eğitim kültür ve sağlık da. Ama bu noktaya ulaşmak için bırakılması gereken izlenim, sadece yoksunluklara, gözden düşmelere, yok etme eğilimlerine yol açabilir. Televizyonun karşısında yalnızken bireysel olarak yalnız olduğunuzu düşünebilirsiniz: Ama asıl gerçek şu ki biz, aynı programı izleyen yüz binlerce seyircinin yaptığını yapıyoruz.
Sanayi etkinlikleri dünya çapında olduğundan, dünya çapında ekonomileri hayata geçirmek ve dolayısıyla, ileri teknolojilerle, davranışları denetlemek ve homojenleştirmek isterler: Program sanayileri, satın aldıkları, izleyicilerini oluşturan bilinçlerin zamanını almak için yayınladıkları ve reklamcılara sattıkları geçici nesneler aracılığıyla bu işi üstlenirler.

Özel radyonun doğuşu (1920) ve daha sonra ilk televizyon programlarıyla birlikte (1947), program sanayileri, akış süreleri içinde, nesneleri oldukları bilinçlerin zamanının akıp gidişiyle çakışan geçici nesneler üretir. Bu çakışma, bilince bu geçici nesnelerin süresini kabul etme olanağı verir. Çağdaş kültür sanayileri, böylece seyirci kitlesine diş macunu, soda, ayakkabı, otomobil vb. tüketimini kabul ettirebilir. Kültür sanayisi neredeyse sadece böyle finanse eder kendini.

On milyonlarca, hatta yüz milyonlarca televizyon seyircisi, aynı anda, aynı canlı yayını seyrettiğinde, bütün dünya bilinçleri aynı geçici nesneleri içselleştirirler. Ve her şey onları buna ittiğinden, her gün, aynı saatte ve çok düzenli biçimde aynı görsel-işitsel tüketim davranışlarını yineledikleri taktirde, bu “bilinçler” sonunda aynı kimsenin bilinci olurlar yani hiç kimsenin.

Program sanayileri, tersine, programlar tarafından oluşturulmuş birey öncesi özelliğin özel olarak sahiplenilmesini olanaksız kılan bir süper eşzamanlılıkla artzamanlılığı karşı karşıya getirme eğilimindedir. 20. yüzyıl, üretim ve yatırım denetimi için hesap ve enformasyon teknolojileri, tüketim ve toplumsal davranışların denetimi için de iletişim teknolojileriyle, üretim ve tüketim koşullarını iyileştirdi. Bugün bu iki alan birleşti. Bu kez büyük tuzak, “boş zaman toplumu” değil, bireysel ihtiyaçların “kişiselleştirilmesi” oldu. Bilişsel teknolojiler, Pavlov ve Freud’a başvurarak, kurnazca bir koşullandırmaya izin verir. Örneğin, bir kitabın okurlarını, aynı kitabın diğer okurları tarafından okunmuş öteki kitapları okumaya teşvik eden servisler. Ya da en fazla başvurulan referansları ön plana çıkaran, dolayısıyla onlara başvurmasını kolaylaştıran ve son derece gelişmiş bir değerlendirme aracı olan arama motorları. Bundan böyle, aynı sayısal makineler, aynı normlar ve standartlarla, uzaktan kumanda edilen esnek atölyelerin programlanabilir makinelerin üretim sürecini yönettikleri gibi tüketimi de düzenlerler. Nietzsche ‘nin dediği gibi sanayi demokrasisi ancak bir sürü toplumu yaratabilir. Kapitalin, davranışları kitleselleştirmesi ölçüsünde, arzuları da kitleselleştirdiği ve bireyleri sürüleştirdiği görülüyor.

Sizde rahat bir çalışma ortamı için, ILKON'un fark yaratan Online Emlakçılık fırsatını kaçırmayın, kendi işinizi dilediğiniz her yerden yürütün. Sevdiklerinize daha çok zaman ayırın, çünkü dünyaya bir kere geliyorsunuz.

Detaylı bilgi için :0 (212) 328 0 328

19 Şubat 2009 Perşembe

İstanbul’da modern ve tarihi tasarımların birleşimi

İstanbul’da modern ve tarihi tasarımların birleşimi


On beş yıllık zaman dilimi içinde, Türkiye’yi uluslararası arenada yeniden konumlandırmaya öncülük edecek olan, İstanbul’un tamamen modern bir şehre dönüşmesini hayretle izliyor mu olacağız yoksa “anı yaşamak” için fırsatı kaçıracak mıyız?
Bu harika şehrin gelişmesi için tarihte bir dönüm noktasındayız ve bugünkü neslin önceki nesillerden kalanları koruyup, aynı zamanda özel girişimler ve merkezi planlama sayesinde şehri ileri götürüp götüremeyeceği de muallakta.
Bugünlerde, gelecek yıllarda şehrin şeklini etkileyecek olan önemli değişiklikler gerçekleşiyor.


İstanbul'da Emlakçılık yapmak için tıklayınız.